T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
BURSA / YILDIRIM - Nuri Nihat Aslanoba Anadolu Lisesi

Türk Dili ve Edebiyatı Dersi Yazma Etkinlikleri

11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı dersi yazma etkinliği kapsamında öğrencilerimiz Zeynep Şevval K. (11/İ), Evra Nur D., Kağan U. ve  Azra A. (11/I) 'nın kağıda dökülen yazılarını sizinle paylaşmaktan gurur duyuyoruz. Öğrencilerimizin kalemine sağlık diyoruz. Beğenmeniz dileğiyle...

 

Korkuyla Yüzleşme

         Korkmak, korkaklık veya cesaretsizlik utanılacak bir şey mi? Kimi zaman korku adı altında adlandırdığımız şeyler, yapmaktan çekinip risk almadığımız şeyler mesela; yeni bir iş, yeni bir hobi, yeni bir ilişki, belki de bunları yapmaktan korkmamızın nedeni önceden yaptığımız ama olmayan denemekten vazgeçip bir kenara öylece bıraktığımız hayaller... Bazen içimizde kötü hislerle uyanırız, günlerimiz, içimizdeki huzursuzlukla içten içe bağırışlarımızla devam eder gider nedeni ne olabilir sizce, Korkular mı ? Evet ,korkularımız içimizde yapmaktan korktuğumuz şeylerin hiç risk alıp denememek onlarla yüzleşmemek aynı şeylerini tekrar edeceği korkusu. Zamanla yapmaktan korktuğumuz bu şeyler içimizde öylesine derin yaralar bırakıyor ki ,bazen hiçbir şey yapmamak ,sadece oturmak istiyoruz peki neden, neden? Şu; ne zaman son nefesimizi vereceğimizi bilmeden yıllarca yaşadığımız bu dünyada hep korktuk, neden bunlarla yüzleşip korkuları yenip hayata risk alarak devam etmedik, belki de ufak bir korkumuzu yenmeye çalışmamız bile cesaret verecek her şeyi yapabilirim hissi yaşatacak. Keşkelerle, belkilerle sürdürüyoruz her şeyi hayatın yaşamaya değer olduğunu, korkuların sadece engellerimiz olduğunu ve en ufak engeli aşmanın bizi pozitif olarak etkileyebileceğini bilerek yaşamak. En basitinden risk almak? Düşünsenize! risk alarak hayatına devam eden insanlara bakın! Ne kadar mutlular çünkü içlerinde denemiş, uğraşmış, başarmış, en azından yapmışlık hissi ile duruyorlar. Peki hiç risk almamış ,korkarak hiçbir şey denememiş insanlar içlerinde bıraktıklarıyla hem cesaretlerini, özgüvenlerini, kim bilir belki de onları bekleyen çok güzel şeyleri kaçırıyorlar sizce de bu hayat bir şeyleri denemekten korkmak çekinmek yapamam demek için çok hızlı değil mi?

 

                                                                                                           Azra A. (11/I)

Fırıncı

                Her şey 25 yıl önce 1998 yılında fırıncı lakaplı babasının vefatı ile başladı. Karakterimizin babası sürekli kumar oynayıp kaybettiğinden ailesini yoksulluk içinde bırakmış hatta tefecilerden para alıp paralarını geri vermediğinden yine aynı şekilde ailesini tefecilere borçlu şekilde bırakmıştı. Hala çocuk olarak görülen 16 yaşındaki karakterimiz tefecilere olan borçlarını ödemek için istemediği yerlerde istemediği işleri yaparak yaşıyordu. Zaten kazandığı paranın neredeyse tamamını tefecilere verdiğinden ailesine gün sonunda sadece fırından 1 adet ekmek alabiliyordu. Ailesi o 1 ekmeği 4 parçaya bölüyor 3 parçasını yerken ne olur ne olmaz diye 1 parçasını saklamaya çalışıyordu. Fakat açlık yüzünden o son parçayı da bölüştürerek yemek zorunda kalıyordu. Karakterimiz uzun zaman boyunca bu şekilde yaşamaya devam etti. Neredeyse aradan 3 yıl geçmişti. Bir gün tekrar fırından ekmek almaya gittiğinde oradaki çalışan en sonunda onu fark edip durumunu sormak istedi. Karakterimiz tüm hikâyeyi baştan sona anlatmaya başladı. Çalışan tüm hikâyeyi baştan sona dinledikten sonra ona ufak bir teklif sundu. Onun için bu fırındaki ekmeklerin hamurlarını hazırlayıp taş fırında pişirdikten sonra tezgâha yerleştirecek ve günün sonunda iyi bir para alıp tefecilere olan borcunu daha hızlı bir şekilde ödeyebilecekti. Aynı zamanda o günkü bayatlamış ekmekleri isterse evine götürebilecekti. Bu karakterimiz için neredeyse cennetten çıkma bir teklif gibiydi. Hemen işi kabul etti ve sonraki gün hemen fırındaki işine başladı. Yaptığı iş gayet kolay gibiydi ekmek hamuru yapacaktı. Malzeme kağıdını eline alıp rastgele tüm malzemeleri eklemeye başladı. “Maya, şeker, un, su ve tuz bu kadar kolay mıymış?” dedi kendi kendine. Mutfakta unlu bir bölge bırakmayana kadar dağınık bir şekilde çalıştı. Tabii en sonunda çalışan mutfağı kontrole geldiğinde etrafı o şekilde gördükten sonra onu mutfakta hamur yapma işinden alıp taş fırının yanına koydu. Yapacağı iş gayet basitti ekmekler taş fırında pişene kadar bekleyecek en sonunda tuhaf uzun bir sopayla pişmiş ekmeği geri alacaktı. İlk ekmek hamuru fırına girdi ve çıktı. İşinde gayet iyiydi ya da öyle öyle olduğunu düşündü. İşin açıkçası tüm ekmekler ya yanık ya da pişmemiş şekilde çıkıyordu. Çalışan yine onu işten alıp düzgün pişmiş ekmekleri dizdirmeye başladı. En azından bu işi becerebilmişti. Gün sonunda çalışan ona yapamadığı işleri öğreterek 2. güne hazırladı. Her şey gayet iyiydi. Ekmekleri hazırlayıp teker teker dizip gün sonunda parasını ve kalan bayat ekmekleri alıp evine gidiyordu. Bazı günler fırına uğrayan tefeciler onu gördükçe ufak hatırlatmalar yapıp tehditler savuruyordu. Bu şekilde aradan neredeyse 5 yıl geçmişti. Çalışan iyice yaşlanmış ve yerinden kalkamaz hale gelmişti. Karakterimiz çalışanı ziyarete gittiğinde çalışan ondan ufak bir ricada bulundu. İstediği şey onun için çok önemliydi. Karakterimizin o devasa fırının başına geçmesini istiyordu. Tabii ki karakterimiz teklifi geri çevirmedi. Fırına geri döndükten sonra işler daha farklılaşmaya başlamıştı. Fırının başına geçmek işleri kolaylaştırmak yerine iyice zorlaştırmıştı. Dükkânın gelir gideri ve faturalarını daha önce hiç hesaplamamıştı. Aynı zamanda daha kötüsü bunları nasıl ödeyeceğini bile bilmiyordu. Sırf bu yüzden yaklaşık 1 ay içerisinde batmıştı. “Nasıl oldu? Şimdi kalan borcumu nasıl ödeyeceğim? Fırının batmaması gerekirdi. Bu durumdan kurtulmam gerek.” diye kafasının içinde kendisiyle konuşan karakterimiz en sonunda almaması gereken bir karar aldı ve ailesini hiç düşünmeden ortadan kayboldu. Tefeciler onu bulamayınca ailesini tehdit etmeye başladı. Her gün onlar için cehennem gibiydi. Kapılar tekmeleniyor camlara taşlar atılıyor ve sürekli sokaktan bağırma sesleri geliyordu. Bu şekilde yaklaşık 15 yıl geçti. Farklı bir şehre kaçmış karakterimiz orda kendi ailesini kurmuş ve sadece fırında çalışmayı bildiğinden farklı bir fırında çalışmaya başlamıştı. Şehirdeki çoğu kişi onu tanıyıp fırıncı diye sesleniyordu. Bir gün fırından çıkıp eve gittiğinde posta kutusunda bir notun olduğunu fark etti. Not annesinin vefatı hakkındaydı. Fırıncı lakaplı karakterimiz ne yazık ki tefecilere yakalanmaktan korktuğundan doğduğu şehirde annesinin cenazesine bile gidememişti. Bu durumdan hiç memnun değildi. İyice kendisini kötü hissetmeye başladığından bu hissi üzerinden atmak için tıpkı babası gibi kumar oynamaya başladı. En sonunda sürekli parasını kaybedip durduğundan yoksullaşmaya başlayan karakterimiz o şehirdeki tefecilerden yüklü miktarda para alıp kumarda kaybettiği parayı tekrar aynı şekilde kazanmaya çalıştı. Tüm parasını kaybettikten sonra yoksul bir durumda tefecilere borçlu bir şekilde kalmıştı. Tefeciler ondan parasını isteyip sürekli tehdit ediyordu. En sonunda fırıncı lakaplı karakterimiz bütün bunlara dayanamayıp rıhtımda denizin uçsuz bucaksız boşluğuna bakarken tıpkı babası gibi kendisini rıhtımdan aşağıya bıraktı. Ailesi sırf onun yüzünden yoksul kalmış aynı zamanda tefecilerin hedefi haline gelmişti. Oğlu geçim sağlayıp tefecilere olan borçlarını ödemek için iş ararken bir dükkâna denk geldi. İş gayet basit olduğundan hemen işe başlamıştı. Aradan 2 yıl geçtikten sonra herkes onu tanıdığından takma adıyla çağırılmaya başlanmıştı. Artık onun adı fırıncıydı.

 

                                                                                                       Kağan U. (11/I)

Çığlık

         Bugün yine dünün aynısı. Uyandım. Yalanlara,korkulara, kötülüklere uyandım. Göremiceğimi duyamıcağımı  hissedemeyeceğimi bilerek uyandım. Herkesin içindekileri duymak icin çabalarken beni duymamaları için çaba sarf etmeleri ile yüzleştim. Günler böyleydi işte her gün yeniliklere uyanıp  aynı hayal kırıklığıyla tekrar uyumak gibi. Umut kavramı tam anlamıyla yok olmuştu hayatımdan. Hiç yürüyemeyen birine koşmayı anlatmak kadar saçmaydı. Herkesi enerjime hayran bırakırken ben onların hayranı oldum. Bunun sebebi de onlardı zaten. Benim bıçaklarım sırtımda değildi kalbimdeydi. Acısına alışmıştım aslında ama bıçakları çıkarmaya kalksam tekrar yenilicektim bu hayata. Tabi ortada bir hayat kaldıysa. Hani dünya 3 günlük derler ya dün geçti, bugünde bitmek üzere. Ama ben hala dünde kaldım. Çıkmaz sokakta gibiyim ama hala yola devam ediyorum çıkmaz olduğunu bildiğim halde. Dünleri hatırladıkça ayaklarıma kadar titriyorum heyecandandan hissettirdiği hislerden. Bu heyecan titremesi simdi korkuya ve strese dönüştü. Hak edilen veya olmasi gereken bu muydu? Bence hayır. Herkes o masum duyguları tatmak ve kalıcı olmasını ister. Mesela uzakta olan kuzenine kavuşmak,gözlerinin önünde eriyen bir hastanin iyilestiğini görmek,sen başardığında ailenin gözlerinde ki gururu görmek,dostunun başarılarına  şahit olmak gibi. Tüm bunlar o kadar tatlı duygular ki... Her zaman umutlu her seyden zevk alan en kötü olayı bile fırsata çeviren bir genci karamsar depresif umutsuz hale getiren şeydir zaman. Zaman her seyin ilacıymış derler peki o ilacın son kullanma tarihi geçtiyse? İşte olayda burada basliyor. Sonunu düşünmeden zamana bırakıyorus zamanımız var mı bilmeden. Peki gelecek kaygısı olan hatta bi geleceği olmayan biz gençler bu durumda ne yapıcaz?  Her şeyin en başındayken yokuş tırmanmışız  gibi yorgun bedenlerimiz. Ruh sağlığımız, bedenimiz, hayatımız hiç güzel yerlere gitmiyor. Aslinda cok kalabalik bir ortamdayız avazımız çıkana kadar bağırıyoruz ama kimse bizi duymuyor. Sağırlık oranları mı arttı yoksa duymak mı istemiyorlar? Peki ya hic duymazlarsa göz göre göre ateşle mi koşucaz? Bizden sonra ki nesile kim bugünleri anlatıcak kim deneyimlerimizi paylaşıcak? Günden güne yok oluyoruz her geçen gün aramızdan  birileri hayallerine veda ediyor. Böyle olmamalı o içimizdeki çocuğu mutlu etmeliyiz insanlar zor hayat daha da zor yarın daha çok zorlanıcak. Ama zamanın bize öğrettiği bir diğer şeyde bu zaten,her şeye alışmak. Umudumuz her zaman zirvede olmalı her şeye rağmen. Gülümsemeliyiz, yarınlara koşmalıyız. Hayatın karşımıza çıkardığı engellere karşı dirayetli olup pes etmemeliyiz. Unutmamalıyız ki biz her pes ettiğimizde içimizde ki çocuğun bir kez daha yıkılmasına sebep olucaz. Biz her pes ettiğimizde bizim için çabalayan ailemiz bizim için bir kez daha yıkılıcak. Ne biz ne onlar yıkılmasın, yıkmayalım. Eğer böyle devam edersek en çokta biz kaybedicez. En güzel yarınlar olması umuduyla...

 

                                                                                                       Evra Nur D. (11/I)

                                                            

   Toplumun Birikimi Kendimiz

              Düşüncelerimiz,fikirlerimiz herhangi bir olayda yaşadığımız durumlar ve son olarak duygularımız.

Hepsi aslında yaşadığımız hayat boyunca bizim benliğimizde beraberinde getirdiğimiz,iyisiyle kötüsüyle tecrübelerimizdir.Aslında insan olarak belirli sorumluluklarımızın toplumsal olarak kalıplaşması ve üzerine baskı hissettiğimiz bu durum belki de bizi umursamaz ve kendinden ödün vermeyen bir insan modeli yapar.Hatta dürüst olalım bence “belki de” değilde cidden böyleyiz toplum olarak.İnsanlar yani bizler yaşamına devam ederken temel ihtiyaçlarını,sorumluluklarını yerine getirmek zorundadırlar.Bu zorunda olmak bir baskı çeşidi değildir.Ama gerçekten düsündüğümüz zaman temel ihtiyaçlarımız gibi belirli bir düzeni olan bazı sorumluluklarımızda vardır En basitinden ders çalışmazsak bir şeyleri elde edemeyeceğimizi biliriz.Toplumsal olarak bu kalıplaşmıştır mesela ama hani bizler daha çok bir diretmeyle,baskıyla değilde daha çok kendi isteklerimiz doğrultusunda hareket etmeyi severiz. 

 İlerleyen süre zarfında yani güzel bir meslek seçimi yapıcak olduğumuz zaman bile bu diretmeye maruz  kaldığımızı hissediyoruz.Aslında belki de insanları değilde kendimizi dinlemeye ve aslında kendimizi farketmeye ihtiyacımız vardır.Bazen böyle çok düşünürüz bir şeyler hakkında karar alırken ve bunlar da bizi hep bir adım daha ileriye götürebilmek için küçük adımlardır.Toplum yüzünden maruz kaldığımız ve bizi duygusal anlamda cidden huzursuzluk ve isteksizliğe iten bu duygu bozukluğunu sürekli yaşıyoruz.Ve bunları düşünmekten kendimize vakit ayıramaz hale geliyoruz.En basitinden şöyle anlatayım;yeteneklerimizi farketmekte zorlanırız yani bu durum zaman alır.Belki de en sevdiğimiz müziği,bizi iyi hissettirecek şeyleri bilmiyoruzdur. 

Ve aslında baktığınızda ne kadar kötü bir sey değil mi? Çevremizde olup biten onca şey olurken aslında benliğimiz sayesinde hissettiğimiz duygularımıza ve kendimize vakit ayıramamak... O zaman demek ki toplumda kalıplaşmış şeyler de umursamaz olmak bizle alakalı değilde benliğimizde hice saydığımız duygularımız ve düşüncelerimizmiş.Evet şuan bu yazıyı yazarken bunu farketmiş olmak kötü bir şeymiş... Çünkü gereksiz şeylerde hiçe saydığım duygularımı böyle bir yazıda keşfedince zamanında yaşadığım güzel duyguları kendimi kesfetmeye izin vermeyip,insanların anlamasını bekleyerek kendi hikayemin sonunu kendim getirmiş gibi hissediyorum.O yüzden özür dilerim geçmiş ve geleceğimde hep benimle gelen ve gelecek olan benliğimden.

 

 

                                                                                                                                                            Zeynep Şevval K. (11/İ)

 

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 10.10.2023 - Güncelleme: 10.10.2023 19:19 - Görüntülenme: 740
  Beğen | 5  kişi beğendi